10 Aralık 2012 Pazartesi

Bir Waffle'ın Anısı


Bugün Nergis kokulu bir gündü. 
Nergis kokan günlerde biraz alışveriş yapılır. 
İlginç bulunan vitrinlerin resmi çekilir.
Sonra hemen bir parfümeriye girilip en pahalı en güzel parfümlerden sıkılır. Çıkarken de muhakkak tester alınır. 
Biraz iş konuşulur, biraz güç. Çok girilmez ama bu konulara, sebebi de araya giren uzun zamandır.
E insan güzel şeylerden bahsetmek ister kısıtlı zamanlarda.
Sonra bir takıcıya girilir, yüzükler denenir. Alınmaz, çünkü başaklar zor beğenir.
Ardından başka bir mağazaya, en sona da en çok sevilen bırakılır.
Küçük mutluluklar paketlenir, renkli fiyonklarla süslenir.
Yorulursunuz nergis kokan günlerde, ama tatlı bir yorgunluk.
Oturacak bir yer ararsınız. 
Sıcacık kahveler yudumlanırken evlenen arkadaşlar konuşulur, biraz da gençlik.
Bütün güzel anılar dökülür masaya. 
Kafedeki diğer insanlara takılır gözünüz.
Onların ne kadar bakımlı, yada yalnız, yada mutlu, yada somurtkan olduğu fark edilir. 
Mutlaka tatlı bir şey yenir kahvenin yanında.
Ya bir pasta, ya dondurma ya da bir waffle. 



















Kendime daha nice nergis kokan günler diliyorum...

Ayvalık Tostu


Yine dedemlerin yazlığında, Altınoluk'tayız. 
Annemler pazar alışverişi için şehre giderken bizde takıldık peşlerine apar topar. Amacımız pazar gezmek değil, güzel  bir tost yemekti deniz kenarında, henüz kahvaltı etmemiştik. Öğle sıcağına kalmadan pazar işini halledip geri döneceklerdi. Yani saat sabahın sekizi veya dokuzu, ve değil yaz tatilinde ders olduğu günler bile bu kadar erken kalkmamıştık uzun zamandır. Güne erken başlamak güzel oldu bizim için.
Hemen deniz kenarında güzel ve ucuz bir yer aradık. (Yabancı ve turistik yerlerde ki o kazıklanma korkusu:))
Şirin, sakin ve sevimli masa örtüleri olan bu yeri kaptık hemen. 
Meşhur Ayvalık tostu; sıcacık ekmeğin içinde domates-biber-ve kaşarın inanılmaz uyumu, yanında sıcacık çay, karşımızda deniz... Keyfimize diyecek yoktu o sabah. 







Altınoluk'da Pişi Yemek











Bu yazın yaklaşık bir on gününü Altınoluk'da dedem ve babaannemin yazlığında geçirdik.





















Bu yaz tatilinin yaklaşık bir on gününü Altınoluk'ta dedem ve babaannemin yazlığında geçirdik. Bu süreç içerisinde bir kaç kez Altınoluk köyüne gitme şansımız oldu, aynı zamanda Eski Altınoluk da deniyor buraya.
Bu şirin köyü Altınoluk'un turistik yerlerinden çok daha güzel ve çekici buluyorum. Burası sakin ve insanları sevecen. Bir sürü küçük, yan yana dizilmiş gözlemeci ve çay bahçeleri var. Mekanlarda, bangır bangır yılın top on listesindeki yerli yabancı şarkılar yerine, amcanın radyodan rastgele açtığı bir program çalıyor.
 
Resmin çekildiği an Haziran ayı; Tenimi okşayan ılık rüzgar, burnuma ara sıra gelen deniz kokusu, tuzlu saçlarım, camiye koşuşturan amcaların telaşı (biri dedem), kulağımda deniz kabuğundan yapılmış asma süslerin hışıltısı , bütün yılın yorgunluğunu atıyorum üzerimden. Tüm bunlar olurken sipariş ettiğimiz Pişi de geldi. Pişi genelde babaannelerimizin yapıp komşulara dağıttı tuzlu, pofidik, bazen de içinde peynir olan bir hamur çeşidi.

O gün cümbür cemaat oraya gidip gözleme ve pişi yemiştik. Yanında da olmazların olmazı nefis çay... Dedemin ve babamın birbirlerine gülümsediklerini fark ettiğimde çok mutlu olmuştum.

    Bir sonra ki Haziran ayını iple çekiyorum...

Balkonda Mangal Keyfi


Ağustos ayında çektiğim bir resim. İftarda ne yapsak ne yesek diye düşünürken mangal yapmaktan büyük zevk alan Pojo "Hadi gelin size mangalda tavuk şiş yapayım" diyerek kardeşimin ve benim yüreğimizi fethetti.

Yaz aylarının bitmek bilmeyen uzun sıcak günleri, özellikle o gün daha da uzun gelmişti bize. İlk önce tavukları baharatlar ve sütle marine ettik ve bir süreliğine buzdolabinda beklediler.  Ben biberleri kestim Pojo'da şişe dizdi. Daha sonra iftar vaktine kadar balkonda sabırsızca bekledik. Ve o an geldiğinde kendimizi çoktan yemeğe kaptırmıştık. Öyle ki tavukların pişmiş halini çekmeyi bile unutmuşum.
Halbuki sizlerle o meşhur "önce ve sonra" resimlerini paylaşmak istiyordum...

Hafif Muffinler


Bu eğlenceli muffinleri iki gün önce yalnız olduğum bir akşam yaptım. Film izliyordum ve bir yandan da atıştırmalık bir şeyler arıyordum. Yağlı cips veya yüksek kalorili çikolatalar yerine az yağlı ve az şekerli muffinler yapmaya karar verdim ve hiç düşünmeden filmi durdurup mutfağa girdim. Hemen on dakikada malzemeleri birleştirip fırına atıverdim. Hafif muffinler dedim çünkü bir bardak sıvı yağ yerine yarım çay bardağı yağ kullandım ve bir buçuk bardak şeker yerine yarım bardak şeker ve bitter çikolata parçacıkları kullandım. Muffinler fırında kızarırken film izlemeye devam ettim ancak aklım fırında olduğu için filmin yaklaşık bir yirmi dakikasına kendimi pek veremedim. Aslında iyi de oldu çünkü tam da üzüntülü sahnelerde kendimi kaptırıp ağlamamış oldum. Ama sonra filmin kalanını muffin yiyerek ve salya sümük ağlayarak izledim.
Ertesi akşam arkadaşım Tuba ve Erkan çay içmeye geldiler. İmdadıma dün yaptığım muffinler yetişti, çayın yanına da pek yakıştılar. Mutlu mesut yeyip bir yandan da komik videolar izleyip güldük. Aynı muffinleri hem ağlayarak hem de gülerek yiyebilirsiniz. İkisinin yanına da yakışıyor.  Afiyet Olsun


Bir Blog Başlatmak

Merhaba

Yarım saattir bu boş sayfaya boş boş baktıktan sonra fazla düşünmeden yazmaya başlamanın doğru olacağını düşündüm. Aslında parlak fikirlerin gece yatarken gelmesine aldırış etmeden uyuduğum ve sabah kalktığımda hepsini unuttuğum anların pişmanlığını yaşıyorum diyebilirim şu an.
Lafı uzatıp kafanızı ütülememek için bloğun amaç ve hedeflerine gelmek istiyorum hemen;
Blog açmayı düşündüğüm zamanlar sürekli tema düşünüp durdum, aylardır çektiğim resimleri karıştırdım ve en sonunda en çok neyin resmini çektiysem onu bloğun ana teması yapmaya karar verdim: "Yemek fotoğrafları!" Arkadaşlarla yenilen hoş bir akşam yemeği, sevgiliyle yapılan bir kek, doğum gününden kalan pasta dilimleri, kahvaltılar ve daha bir çok an...
Kuru kuru resimler de koymak olmazdı bloğa, (Yazısız bir fotoğraf, yoruma açık olan film sonları gibidir; insanı düşündürür ama yüzünde de manasızca bir bakış yaratır. "Duygu Yılmaz" :)
Şimdi de yazıların amacını düşünmeye başlamıştım. Bu süreçte arkadaşlarımla bir çok fikir alışverişinde bulundum. Lezzetli yemekler yaptığımı ve kesinlikle tariflerini yazmamı söylediler. Aslında neden çoğul konuşuyorsam, bunu bir tek Tuba söyledi.
Fakat, ben yemekleri öyle tarifsizce yapıyordum ki iki saniye sonra koyduğum tuzun miktarını, eklediğim biberin adetini hatırlamıyordum bile. Üstelik sırf blog için her akşam oturup yemek yapacak değildim. Hem internet aleminde milyonlarca yemek tarifi olduğuna eminim.
Tüm bu iddialarım sonucunda bende yemek tarifi yerine yemek anılarımı sizlerle paylaşmaya karar verdim. Hem anılar kişiye özeldir, tekdir, anlıktır. Her yemeğin kendine özel anısı vardır. Yemekler insanları birleştirir, sinirleri yatıştırır, hem de sağlıklıdır. Ha bu arada hem zevkli hem de zorunlu olan nadir olaylardan biridir.
Son olarak bloğun hedeflerinden bahsetmek istiyorum. Bana ve okurlarıma buralarda dolaşırken keyif vermesinden başka bir hedefim yok doğrusu. Tabii bu modern hayatta uzunca yazılan yazıları okumaya zaman bulabilirlerse. Olsun en azından beni tanıyan ve seven insanların okumaları için onlara baskı yapacağıma eminim. Bu da benim yapım; zorla bir şeyler okutup, film veya video seyrettirmeyi seviyorum. Gülü seven dikenine katlanır. Ben gül değilim bu arada Lavanta'yım... :)

İyi okumalar,                                                                                                                                D.Y.